Prof. Dr. Alev Erkilet’in “Kent ve Estetik” başlıklı seminerinin ikinci oturumu ile başlayan program, Dr. Vahdettin Işık’ın “Estetik Bir Hayat Alanı Olarak İslam Şehrinde Yaşamak” seminerinin ikinci oturumu ile devam etti. Öğle arasının ardından Dr. Hasan Ramazan Yılmaz “Sinemanın Estetik Kökenleri, Dünü ve Bugünü” başlıklı seminerinin ikinci oturumu gerçekleştirildi.
Hocalarımızın seminerlerinin ikinci oturumları ile başlayan program, Prof. Dr. Mehmet Görmez’in "İslâm Medeniyetinde Söz Estetiği" başlıklı konferansı ile devam etti. Konferansın ardından İbn Haldun Akademi Bahar Seminerleri'nin ikinci hafta programı tamamlanmış oldu.
İlk olarak bir kültürün estetik anlayışını kavramak için onun içerisinde bulunduğu kültürü ve değer dünyasını anlamak gerektiğinden bahseden Erkilet, sosyolog ve düşünür Pitirim Alexandrovich Sorokin’e ve kültürü analiz etmede kullandığı “düşünsel”, “davranışsal” ve “maddi” kültürden oluşan 3 boyutlu metodolojisine değindi. Sorokin’in bu metodolojisini aktararak kültürlerin birbirinden nasıl farklılaştığını anlamak için bir temel oluşturan Erkilet, bunlar ele alınarak incelendiğinde farklı anlam sistemlerine sahip olan kültürlerin farklı soyut kültür çıktısı, farklı estetik anlayışlar ve davranış yansımaları ürettiklerinin kolaylıkla gözlemlenebileceğini aktardı. Buna örnek olarak ise Batı’da Hristiyanlığın dayandığı teslis inancının ikonografi gibi sanatlara yansıması ile İslam sanatlarına tevhit inancının yansımalarını karşılaştırdı. Buna göre, Batı sanatlarının figüratif olduğu gözlemlenirken İslam sanatlarının soyutlama ve geometrik tekrarlar üzerine kurulu olduğunun gözlemlendiğinden bahsetti. Ayrıca İslam sanatlarının hiçbirinde esas amacın süsleme olmadığını; yapılan sanatlar aracılığıyla yaratıcıyı anlamak ve tanımanın amaçlandığı ama bunu yaparken ortaya bir güzellik çıktığını aktardı.
Daha sonra, Turgut Cansever’e ve Cansever’in kutsal sanat olarak kabul ettiği İslam mimarisinin kriterlerine değinen Erkilet, Cansever’e göre İslam mimarisinin tevhit ve hakikat arayışı üzerine temellenmiş olduğundan; sadelik ve tevazu içinde güzelliği arayan ve insana faniliğini hatırlatan yapılara daha çok yer verildiğinden bahsetti. Fakat Osmanlı’nın çökmeye başladığı zamanlarda altın süslemelerin ve görkem arayışlarının ortaya çıkmaya başladığından bahsederek gücün nasıl kullanıldığının ve güçle ne yapıldığının bile aslında kültürel olarak belirlendiğine değindi. Ayrıca hem zamanla Batı sanatlarına özenilerek başka bir değer dünyasının tezahürü olanın, başka bir estetiğin kendi değer dünyasının tezahürüne tercih etmeye başlanmasından dolayı hem de savaş ve yağma gibi olaylar sonucu somut ve soyut kültürel mirasların yitirilmesinden ve tarihsel ve kültürel miras gelecek kuşaklara ne kadar aktarılabilirse o kadar yeniden üretilme şansı olduğundan bahsetti.
Dr. Vahdettin Işık’ın “Estetik Bir Hayat Alanı Olarak İslam Şehrinde Yaşamak” ikinci hafta oturumunda sözlerine medeniyet ve medeni olmak kavramları üzerinde durarak başladı. Medeniyetin gelişmiş ve ilerlemiş bir hayat tarzı olduğunu belirtirken bu gelişmişliğin teknik değil fıtri bir gelişmişlikle alakalı olduğunu ifade etti. İlk oturumda; medeniyeti anlamak için incelenmesi gereken üç kademe olarak aile-mahalle-şehir kavramlarından bahseden Işık bu hafta şehir kavramı ve İslam şehirleri ile özellikleri üzerinde yoğunlaştı. Hayat alanı olan şehrin, bir İslam şehri olması için gerekenlerden ilkinin farklılıkları bir arada yaşatabilmesi olduğunu belirtti. Osmanlı zamanından günümüze dek üç farklı dinin aynı mahallede yaşıyor olabilmesinin temelinin İslam şehri anlayışından kaynaklandığının açıkladı. Ayrıca İslam medeniyetini ve estetiğini anlamak için Osmanlı dönemindeki evlere ve yapılara bakmak gerektiğini vurguladı. Osmanlı dönemindeki evlerin sade, birbirine engellemeyen ve tabiatla iç içe yapılar olduğunu aktaran Işık; o dönemde mezarların da şehrin içinde olduğunu, bunun insana faniliğini hatırlatması amacıyla yapıldığını belirtti. Ayrıca her bir mezar taşının hem estetik hem de anlam içerdiğini böylece mezar taşlarının bile medeniyetin “taşlaşmış” simgelerinden biri olduğunu aktardı. Yalnızca mezar taşlarının değil; yapılan kuş evlerinin de medeniyetin simgelerinden olduğunu ekledi. Yapısal özelliklerinin dışında İslam şehrinin barındırdığı manevi özelliklere de değinen Işık, eski İslam şehirlerinde; beslenme, güvenlik ve ülfet ihtiyaçlarını kolaylaştıran ve estetize eden nitelikleri varken günümüzdeki şehirlerin hegemonik ilişkiler sahnesine dönüştüğünü ifade etti. Bir şehrin bu şehrin estetiğinin iklim, tabiat ve kültürle doğrudan ilişkili olduğunu söylerken inanç ile alakalı ihtiyaçların da yansımaları gördüğümüzü belirtti. Fakat bir şehir oluştururken insanın duygu ve inançları haricinde bilgiye de ihtiyacı olduğunu ekleyen Işık, medeniyetin ahlak ve bilgi sistemi üzerine inşa edilmesi gerektiğinin bilgi ve bilimin şehir ve medeniyetin olmazsa olmazı olduğunu aktardı.
Dr. Hasan Ramazan Yılmaz “Sinemanın Estetik Kökenleri, Dünü ve Bugünü” başlıklı seminerinin ikinci oturumunda imge ve mimesis konularını ele almaya devam etti. Hareket merkezli ve zaman merkezli olmak üzere iki ana başlığa ayrılan imge tiplerini ele almadan önce; tiyatronun ya da edebiyat, hikâye ve roman gibi anlatı geleneklerinin sinemaya referans olmasından ve sinemanın kökenleri olarak düşünülen, referans alabileceği/alması gereken sanat formlarından olduğundan söz etti. Daha sonra sinemanın, referans sanatlarından ayrışıp kendi formunu, düşünsel yapısını, asli vasıflarını bulması ve diğer sanat formlarından ayrışmasının nasıl gerçekleştiğini aktardı. Sinema ile bu sanatların düşünsel boyutlarıyla olduğu gibi yapısıyla, biçimiyle ve işleyişiyle birbirinden nasıl farklılaştığını primitif sinema örneklerinden kısa kısa film sahneleri göstererek örneklendirdi. Bu farklılaşma sürecinde sinemanın, kendi görsel araçlarını nasıl çoğalttığını ve bu görsel araçların çoğalmasının sinemayı taklit geleneğine yeniden getirmesi ve sanatların bir taklidi olmaya ittiğini açıkladı. Tiyatronun; statik mekân, statik anlam ve statik zaman içerirken sinemanın dinamik mekân, dinamik anlam ve dinamik zaman içerdiğini söyledikten sonra tiyatronun merkezde olduğu primitif sinemadan anlatı sinemasına geçişi, yani tiyatro formundan edebiyat formuna geçiş sürecini ve bu süreçte yaşanan aktüel sinema/atraksiyon sineması dönemini yine örnek sahneler izleterek aktardı. Son olarak Yılmaz, tiyatro formunun asli unsurları kalırken edebiyat formuna doğru bir geçiş ve vasıflarından faydalanmanın söz konusu olduğu bu süreçte; görsel araçların ve kullanımlarının miktarına göre ortaya çıkan iki farklı imge tipinden bahsetti. Kurucu çekim, kamera hareketleri, lens kullanımı, yakın plan çekim, efektler, renk, doku kullanımı ve doygunlaştırma gibi filmin kendine has görsel anlatı araçlarının çoğalması ile ortaya “harekete odaklı imge” çıkarken; filmin görsel anlatı araçlarının eksiltilmesi ile ortaya “zaman odaklı imge” tipinin çıktığını ve bu imge tiplerinin sinemaya olan etkilerini yine çeşitli filmlerden birkaç sahne ile örneklendirerek anlattı.
Hocalarımızın seminerlerinden sonra Prof. Dr. Mehmet Görmez, "İslâm Medeniyetinde Söz Estetiği" başlıklı bir konferans verdi. Konuşmalarında, sözün düşüşüne, imaj ile sözün hakikatten nasıl koptuğuna, bu kopuşun sonucunda insanın kendisiyle, ötekiyle ve âlemle ilişkisini imaj ve suret üzerinden kurmaya başladığına işaret etti. “İnsan zihni o kadar suretle doldu ki, hakikate yer kalmadı, hakikatten kopan söz yere düştü.” dedi. Görmez, sözün yere düşmesindeki en önemli etken olarak, insan hayatında görsel idraki egemen kılan sanal ekran uygarlığına dikkat çekerken, görsel idrakin egemenliğinin insanın idrakini zayıflattığını, kalbi bir çeşit ölümle karşı karşıya bıraktığını ifade etti.
Prof. Dr. Mehmet Görmez, sanal ekran uygarlığının bu yıkıcılığı karşısında bugün en önemli şeyin, sözü yeniden ayağa kaldırmak, kurtarmak olduğunu ifade ederek, sözü kurtarmanın aynı zamanda insanlığı kurtarmak olduğunu, sözü kurtarmanın, ayağa kaldırmanın yolunun ise sözün mana ve hakikat ile ilişkisini yeniden tesis etmekle yani söz estetiğini yeniden inşa etmekle mümkün olduğunu vurguladı. Peygamber Efendimizin, dünyada kendimizi misafir olarak algılamamızı salık veren hadisi bağlamında Allah'a nasıl bir konuk olmak istediğimize, bu misafirlikte nasıl bir söz söylediğimize odaklanmamız gerektiğini ifade etti.
Endülüslü âlim Şâtıbî’nin zaruriyyat-haciyyat-tahsiniyyat tasnifinden hareketle Allah’ın bizi sadece yaşayacak kadar doyurmak, ölmeyecek kadar ayakta tutmakla, yaşamak için ihtiyaç duyduğumuzdan daha fazla alan, daha çok imkân ve daha geniş bir evren sunmakla yetinmediğini, tahsiniyyatı da ihmal etmeyip Cemal sıfatını bizden esirgemeyerek en güzel şekilde tezahür ettirdiğini vurgulayarak, esmanın tecellisi olduğu için varlığın güzel olduğunu, güzelliğin varlıkta olduğunu, güzel sözün ise varlıkta mündemiç olan güzelliği ortaya koymak olduğunu söyledi.
İbn Haldun Akademi Bahar Seminerleri, 20 Mayıs Cumartesi günü; Prof. Dr. Alev Erkilet, Dr. Öğr. Üyesi Vahdettin Işık ve Dr. Öğr. Üyesi Hasan Ramazan Yılmaz’ın seminerlerinin üçüncü oturumları ile Prof. Dr. Burhanettin Tatar’ın “İslam Estetiğinin Hermenötik Karakteri” başlıklı konferansıyla devam edecek.
Detaylı bilgi: https://ibnhaldunakademi.com