Çarşamba Buluşmaları serisinin üçüncüsü, Rektörümüz Prof. Atilla Arkan ve akademisyenlerimizin katılımıyla 3 Ocak 2024 tarihinde Medya ve Etkinlik Merkezi Etkinlik Salonu’nda gerçekleştirildi. Modern zamanlara ve akademinin süregelen yenilikler içinde değişen konumuna binaen her hafta farklı bir konunun ele alındığı buluşmada bu hafta, “Yapay Zekâ Aşık Olabilir mi?” sorusu, felsefe, bilim ve etik değerler ekseninde masaya yatırıldı.
Moderatörlüğünü Tarih Bölüm Başkanımız Prof. Halil Berktay’ın yaptığı ve Felsefe Bölüm Başkanımız Doç. Enis Doko’nun konuşmacı olduğu etkinlikte Prof. Berktay, yapay zekanın nasıl da yalnızca “yeni bir teknoloji” olarak ortaya çıkıp hayatımızın önemli bir bölümüne çok kısa sayılabilecek bir sürede nüfuz ettiği ve eğitime ve dolayısıyla akademiye hızlı girişinin beraberinde daha öncesinde düşünülmemiş ve tartışılmamış bir etik sorular ve sorunlar silsilesini beraberinde getirdiğine değindi.
Prof. Halil Berktay, akademisyenler olarak yapay zekayı giderek daha da bireyselleşen bir rakip sorun olarak görmeye başladıklarını ve bunun yapay zekaların dünya çapında birbirlerine bağlanıp bir süper bilinç/beyin oluşturabilir mi yahut insanın yaratıcılığı ikincil bir konuma düşüp hatta insan yapay zekanın kölesi olabilir mi gibi soruları da beraberinde getirdiğini ifade etti.
Konuşmasında bir felsefeci ve bilim insanı olarak meseleyi felsefe ve bilim ekseninde ele alan Doç. Enis Doko ise, yapay zekaya dair felsefi tartışmaların temelinde Latin kökenli “qualia” yani bilinçli deneyimin bireysel örnekleri olarak tanımlanan kelime olduğunu ifade etti. Doç. Doko, konuşmasında tıpkı baş ağrıdığında hissedilen acı, yavru kedi görüldüğünde oluşan şefkat duygusu gibi aşkın da son tahlilde acı, kırmızı görme, gül kokusu gibi zihinsel durumlara sahip olmanın neye benzediği ya da nasıl hissettirdiği meselesinin tanımı olan “qualia” kapsamında değerlendirildiği ve insanı yapay zekadan ayıran en temel ve güçlü özelliğin de qualia olduğunu vurguladı.
Algıları, cevapları ve tepkileriyle gelecekte giderek tıpkı bir insana benzeyecek ancak bunları dış dünyaya aktarmadan önce şekillendireceği herhangi bir iç dünyası olmadığı için yapay zekanın felsefeciler nazarında bir “felsefi zombi” olarak nitelendirildiğini ifade eden Doko, çevreyle etkileşime giremeyen ve harekete geçemeyen yapay zekanın bu konuda insan cinsinden hatırı sayılır ölçüde ayrıldığını ifade etti.
Konuşmasının devamında “Makinelerin iç dünyası var mı?” sorusunun cevabının aynı zamanda “Yapay Zekâ Aşık Olabilir mi?” sorusuyla da birebir bağlantılı olduğuna değinen Doç. Doko, bu konuda ortaya çıkmış ve süregelen felsefi ve bilimsel tartışmalara da düalizm, panpsişizm, belirimcilik, biyolojizm, işlevselcilik ve eleyicilik akımları ile “Chinese Room” ve “Mary’s Room” gibi felsefi/bilimsel deneyler ekseninde değindi.
Buluşma, Doko’nun zihinlere bıraktığı “Makinelerin bize karşı ve bizim makinelere karşı sorumluluğumuz var mı, örneğin ChatGPT hata yaptığında ona bir yaptırımımız olacak mı, şimdi olmasa dahi ileride makinelerin bir iç dünyaya sahip olması mümkün mü yahut eğer şimdi varsa ve biz bundan haberdar değilsek dahi, makinelere zarar verme konusunda yükümlü müyüz, onlara karşı acı çektirmeme gibi bir sorumluluğumuz var mı?” gibi sorular ve tartışmalı cevapları eşliğinde sona erdi.