“Psikoterapi ve Ötesi: Hangi İnsan, Hangi Yöntem?” başlıklı seminerlerinin ilkinde Üniversitemiz Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Kln. Psk. Taha Burak Toprak, konuşmasında ortaya çıkışı ve gelişimi itibariyle insanla ilgili belirli bir anlayışa sahip ve o tanıma bağlı olarak da belirli yöntemler kullanan psikoterapi ilmini merkeze aldı. Psikoterapi yöntemlerinin İslam düşüncesini de merkeze alan kadim düşüncenin klasik insan anlayışına uygunluğunun sorgulandığı tartışmalara değinen seminerinde Toprak, psikoterapinin ötesinde bir insan anlayışı mümkün müdür ve pratikte işler mi sorusuna da cevap aradı. Dr. Toprak, yaş aldıkça kırılmaz, dayanıklı ve üstün güç sahibi bir insan anlayışının gerçek olmadığını tecrübelerimizle anladığımıza değindiği konuşmasında içinde bulunduğumuz dönemde psikoterapinin ötesine geçemediğimizi, tabiri caizse hep o kırmızı odada yaşadığımızı ve bunu da travmalarımızı biteviye bir şekilde anne baba davranışlarına ve yetiştirme tarzlarına havale etmekten ileri geldiğini ifade ettiği konuşmasını soru cevap faslıyla sonlandırdı.
Dr. Kln. Psk. Taha Burak Toprak’ın ardından “Tanpınar ve Halide Edib’de Zaman ve Mekân” isimli konuşmasıyla Üniversitemiz Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Nagihan Haliloğlu akademinin 2. oturumunu devraldı.
Seyreltilmiş Zamanlar deyince aklına zamanla ilgili ve edebiyat literatüründe derin ve yaygın bir anlamı olan ve zaman kavramı ile doğrudan ilgili “kronotrop” kavramının aklına geldiğinin altını çizen Dr. Haliloğlu, kronotrop kelimesinin edebiyat sözlüğünde zaman ve mekânın birbirini nasıl etkilediği üzerine metinlerde bir bakış açısına ayna tuttuğunu ifade etti. Halide Edip ve Tanpınar’ın Osmanlı devrinde doğup büyüyüp cumhuriyet devrinde ölme bakımından birbirlerine benzer özellikler taşıdıklarına değinen Haliloğlu, Adıvar’ın meşhur “Ateşten Gömlek” romanı üzerinden savaşta, cephede mekân ve zaman nasıl algılanır sorusuna son derece tatmin edici cevaplar verdiğini belirtti. Haliloğlu, Ateşten Gömlek romanın cephe diye bir yer varken şehrin nasıl bir yere dönüştüğünü okuyucuya tüm gerçekliğiyle betimlemesi açısından kronotrop kavramının güzel bir örneği olarak sunduğu konuşmasında romanın, Halide Edip’in biraz da kendi hayatının yansıması olduğunu ifade etti.
Dr. Nagihan Haliloğlu’nun seminerinin akabinde Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. M. Tayfun Amman, “Geçmişten Bugüne Medeniyet Meselemiz” başlıklı konferansıyla akademi katılımcılarına hitap etti.
Kültüre herkes katkıda bulunabileceğini ancak medeniyete yalnızca o kültür dairesinin içindeki seçkin insanların katkıda bulunabileceğini ifade ederek konferansa başlayan Prof. Amman, medeniyeti kültürün toprağa kök salması olarak tanımladı. Medeniyetimizin ismi nedir? Sorusuna cevap arayan Amman; İslam, Türk, Türk - İslam, Osmanlı, Akdeniz Medeniyeti isimlendirme seçeneklerinden hepsinin geçerli olduğunu belirttiği konuşmasında isme değil müsemmaya bakılması gerektiğinin altını çizdi. Eğer Türk milletinin kavmi nitelikleri, Orta Asya’dan getirdiğimiz etkileri merkeze alarak konuşacaksak Türk, İslamiyet’in bu medeniyet üzerindeki etkilerini merkeze alacak isek İslam, Hint İslam Medeniyeti, Arap İslam Medeniyeti gibi diğer medeniyetler ile kendi medeniyetimiz arasındaki farklar vurgulanacak ise Türk İslam Medeniyeti, konu 600 yıl boyunca Osmanlı’nın bu birikime yaptığı etki ise Osmanlı Medeniyeti, coğrafyanın katkısı göz önüne alınacaksa Akdeniz Medeniyeti olarak adlandırılmasının doğru olduğunu ifade etti. Kanaatince en risklisi adlandırmanın İslam Medeniyeti olduğunu belirten Amman, İslam’ın bir dinin adı olduğunu, medeniyetin ise ise seküler, dünyevi bir kavram olduğunun altını çizdiği konuşmasında medeniyetsiz İslam olabileceğini dile getirdi. Örnek olarak eskimoların Müslüman olabilecekleri ama yaşadıkları coğrafya bakımından medeniyet inşa edilebilecek bir coğrafi konumda olmadıklarını ifade eden Amman, isimlendirmenin aslında İslam medeniyeti değil de İslami ideolojiyle yüzyıllar boyunca bir kültür ve medeniyet tasavvuru oluşturan Müslümanlar Medeniyeti olduğunu vurguladı. Prof. Tayfun Amman, konferansını buradaki mecazı anlayamazsak medeniyetin bizim için insan eseri olmasına rağmen kutsallaştırılan, dolayısıyla sorgulanamayan bir şeye dönüşeceği tehlikesini hatırlatarak sonlandırdı.
Prof. M. Tayfun Amman’ın ardından Ayşe Böhürler, “Rol Model Konuşmaları: Nasıl Yaşadılar” serisi kapsamında merhum yazar Alev Alatlı’yı andı.
Alatlı’nın Müslümanlar olarak Hristiyan geleneğini, onların düşünce dünyasını ve dolayısıyla fikri yapılarını bilmemiz gerektiğine sık sık değindiğini ifade ettiği konuşmasında Ayşe Böhürler, Alatlı’nın aynı zamanda bizim tanrımızla Yahudilerin tanrısı Yehova’nın aynı olmadığı, dolayısıyla onların tanrı tasavvurunu anlamadan Yahudileri de anlaşılamayacağından da bahsettiğini ekledi. Müslümanların ayrıca fizik öğrenmesi gerektiğini de ifade eden Alatlı’ya göre fizikçiler ve ilahiyatçılar el ele verirse işte o zaman dünya sahasında söyleyecek sözlerimiz olacağını aktaran Böhürler, tarih lineer bir çizgide ilerlemediği için o dönemde yazılmış olan edebi romanların tarihsel olayların arka planındaki insanların düşünce ve duygularını ortaya koyarak sosyolojiye büyük katkıda bulunduklarını ve önemli detaylara dair büyük ipuçları verdiklerini eklediği konuşmasını, soru cevap faslı ile tamamladı.
Seyreltilmiş Zamanlar temalı İbn Haldun Akademi’nin 5.haftası, Ayşe Böhürler’in konuşmasının ardından sona erdi.